Ana içeriğe atla

HİKEMÎ POETİKA- Ahmet ŞİMŞEK


HİKEMÎ POETİKA

Türk Edebiyatı ve İslam Edebiyatı’nın yeniden kuruluşu için öncelikli olarak edebi formların inşasına yol açabilecek, ön alabilecek esaslı bir norm inşa etmek gereklidir. Bu yüzden düzenlenecek olan veya başka bir deyiş ile açığa çıkarılacak olan norm için sağlam bir inanç yapısına ihtiyaç vardır. Bu inanç merkezli normun varlığı gelecek nesillerin köklerinden aldığı ilham ile yeni formların üretilmesini, ortaya konulmasını sağlayacaktır. Köklü bir norm inşasının gereği,  İslam akidesinde saklıdır. Böylece dimağları coşturan, köklü geleneğimize ait inanç merkezli bir yapı ortaya çıkarabilmek mümkün olacaktır. Her şeyden evvel, beşeri zihnin zihni faaliyetleri içinde esaslı bir devrim yapılmalıdır. Bu devrim öyle ki beşeri bulunduğu konumdan alınarak gerçek konumlanması gerektiği mevziye taşınmaya güç yetirebilsin. Bu devrim, ancak İslam akidesi ile gerçekleşebilir. Müslüman zihni ile ortaya konabilecek sanat metinleri ancak yön tayin edici niteliğe sahip olabilir. Bu anlamda beşerin yolculuğu insanlığa ulaşabilecektir. Aksi hâlde ayağını yerde sürümekten geri durmayan bir toplum olmaktan öteye geçmeye güç yetirilemeyecektir.

Günümüz edebiyatının içinde bulunduğu durum esaslı bir edebi düşünceye yaslanmamaktadır. Bu durumu gerçek zamanlı düşünen her mütefekkirimiz idrak etmektedir. Artık, idrak etmek yetmez. Düşüncelerin eyleme geçtiği bir ortama ihtiyaç vardır. Bu anlamda her türlü sanat metinlerini kaleme alacak yazar adaylarının öncelikli olarak akide üzerinde durmaları ve nebevi bir eğitimden geçmeleri gerekmektedir. Bunun adı hikâye, şiir veya roman hiç fark etmez, türü ne olursa olsun, akideye sımsıkı bağlı kalınarak eser verilmelidir. Normun inşa edildiği geleneğin zemininde yeni zamanlı bir edebiyat yüzü zuhur etmelidir. Bu çabanın ardından gelecek nesiller esaslı ve hakiki normun üzerine yeni formlar inşa edebileceklerdir. Günümüzün esas problemi budur. Bu meseleleri atlayarak, kanonik bir yapının oluşması gerektiğini savunan ve çaba sarf edenler hüsran içindedirler. Gerçek sanat ve ilim eserleri nutku şeriflerin varlığı ile ortaya konula gelmiştir. Edebiyatın dirilişinde rol alacak her ferdin düşünce dünyasında akidenin ölçüsünü kurmuş olması gereklidir. Eğitimini tamamlamayan ferdin, kalem oynatmaya cesareti olmamalıdır. Herkes yazmaya ve okumaya yönlendiriliyor, bu gerçek ve esaslı iş yapacak olanları perdeliyor.

Bir başka konu ise bu problemlerin içinden çıkıldıktan sonra biçimde üslubun ve dikkatin ne olması gerektiğinin düşünülmesidir. Teklif niteliği taşıması niyetiyle şunlar söylenebilir: Eser de insan gibi canlıdır. Bu nedenle üzerine giyeceği bir kıyafeti olmalı ve bu kıyafetin geleneğinden kopuk olmaması gerekir. Geleneğine bağlı olmayan her eser kendi yönünü kaybetmiş birer mahlûktur. Bu neden ile geleneğinden iz veya sembol taşıması günümüz eserlerinin faydasınadır. İnsan bile dışını değiştirmeden bırakın fenafillah olmayı, fenafirresul dahi olamaz. Bir teklifimde şu ki vahiy kâtiplerinden başlamak suretiyle geleneğimize ait eserlerin yeniden kontrolünün yapılarak inşa edilmesi ve düşlenen edebiyatın formu o minvalde şekillendirilmesidir. Hiçbir fert kendi milleti ve dini ölçüsünden kaçamaz. Sonunda bu zihin devriminin yapılacağı olgusunda birleşilecektir. Bu meseleleri gereksiz ve küçük görerek Avrupai bir sistemin savunuculuğuna devam eden kişiler medeniyetimizde ne yazardır, ne de aydın. Türkçe’nin varlığını Yunus Emre’ye borçlu olduğumuzun farkında olanlar ferdin kıymetinin farkında olmaktan uzak olduklarından edebiyatımız perişan olmuştur. İnsan ve eser bir bütündür.

Son tahlilde, yeni bir edebi dirilişin muştusunu vermek istiyorum. Bütün olumsuz durumlara rağmen akidenin ölçüsünce hiçbir kaygı gütmeksizin yazanlar mevcuttur. Hikmetten uzak bir eser düşünülemez. Hikmetsiz diye düşünülen eserin hikmeti ise hikmetten uzak olduğunun düşünülmesidir. Bu anlamda herkesin yazdığı, hikmetin birer parçasıdır. Önemli olan hikmetin farkında olarak iş tutulmasıdır. Yoksa farklı kaygılar ile eser verilmemelidir.


            Ahmet ŞİMŞEK

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

8 BİN- Nada DOSTİ

           8 BİN (Srebrenitsa Katliamı)          Bir anda gözlerini kapa ve büyük bir mağarada olduğunu hayal et..! Boş, nem dolu, karanlık! Kapkara! Aydınlık güneşin ışınlarının çok az girebildiği korkunç bir yerde olduğunu! Soğuk! Öyle bir soğuk ki temmuzda dahi titretiyor insanı.    Tarih 11 Temmuz. Kara gün!    Bizi nereye götürdüklerini henüz söylemişlerdi. Tarihi ve hatıralar dolu bir yer olduğunu biliyorduk, fakat burası ne bir müze ne de bir sanat galerisiydi. Sonra, buraya gelince donakaldık! Sanki başka bir mevsim ve başka bir dünyadan gelen bir soğuk hava akımı geçiyordu üstümüzden. Öğrendik ki II Dünya Harbi’nden sonra Avrupa'nın en büyük katliamın yaşandığı yermiş burası. Tam bizim durduğumuz yerde, yığınlar halinde insanlar toplanmış. Kadınlar, erkekler, yaşlılar ve çocuklar… Onlara yapılanlar ise büyük bir insanlık suçu olarak hafızalara kazınmış. Öylece donaklamaya devam ediyoruz!    Burada toplananlar ben ve sen gibi insanlarmış...! Beyefendil

GÖRÜ KANDİLLERİ- İsmet Çağrı KIZILAĞIL

GÖRÜ KANDİLLERİ Benim Adına türlü şiirler yazdığım ayna, Bana söyleyemez içimdeki sakladığım meşhur yangını. Açtığım odalarda, gösterdiğim loş ışıklar, Sebepsiz bir sonuç beklememeli ışıklar. Sebepsiz ışık patlar, sonucunda söner. Geriye ampul parlaklıklarından, kandiller kalır. Kandiller, küçük cisimlerin can yoldaşıdır. Karanlık ve zifiri bir ateş oda etrafında... Odalar içinde gizi süsleyen aynalar. Aynalar bana söyleyin  kaç dakikanız var? Vakitten bir gelinlik, damata teslim... Damatın papyonu kredilere... Ve kimilerinin "evlilik" dediği saadet banka sözlüklerine... Ayna kararır banka duraklarında. Camları susar, saydamlığı daralır masum aynaların. Aynalar, en dolu babanın susuz haykırışlarına şahittir. Ya gözgü; Mutluluk, bir umudun içindeki kelepçeye teslim. Umut, günün sonunda sözleri yutan aynalara... Aynalar, en dolu babaların haykırışına... Ve babalar, Bitmeyen ışıklara...                                      İsmet Çağrı KIZILAĞIL

KIZIL SEVDA- Abdulbaki ÇAKIR

KIZIL SEVDA Siyah sırma saçlarının vuslatına ermedikçe elim, Gün rengi yaprakların tenime değmesi neden? Senin revnaklı kalbini hissetmedikçe kalbim, Seni görünce pır pır atması neden? Güz mevsiminde o güzel bahçeleri seninle dolaşmadıkça, Gözlerim onları görse ne hacet? Nice güzel sözler işitsem de sana söylemesem. O bülbül gibi şakan dilim şarkı söylese neden? O güz bahçelerinde el ele dolaşmadıkça Kalbim sana yansa, gözüm onları neden? Ben yine ben olsam da Sen olmadıkça ben demenin manası ne? Sevgilim, her bahçede gezeriz. Senden güzelini bulamayacağını bilerek, Feleği uçtan uca dolaşsak yine ne? Ben seni bulamayacağımı bilerek çıkarım yola, O güzel güz bahçelerine yine de bana ne? Her seferinde seni görme bahanesiyle bakarım. Kasımpatılara, Güllere, Kamelyalara ama Ne Kasımpatı senin kadar renkli, Ne Gül senin kadar asil, Ne de Kamelya senin kadar zariftir. Biz bu mevsimde tanıştık seninle. Herkes sonbahar der ama sen ilk baharımsın. Ve sevgilim umarım ki İlk baharım o