Ana içeriğe atla

ÖĞRENCİ İŞLERİ- Nada DOSTİ


ÖĞRENCİ İŞLERİ 

-2012 yaz'ı-

Oldukça gergin günler. Yerimde duramıyorum. Ne dışarı çıkasım var ne de evde kalasım. Hayatımı sonuna kadar değiştirecek bazı önemli haberleri bekliyorum. Bilgisayar başında, aynı internet sayfasını tekrar tekrar yineliyorum. Ta ki, işte! Sonunda o, beklediğim mail geldi; hayalim gerçekleşti. Türkiye’ye gideceğim ve gelecek yıllarım, o hep hayalini kurduğum tarihin ve medeniyetin beşiği olan ülkede geçecek. Sonra, uçak biletimin olduğu mail... Uçuştan bir gün önce geldi. Yarın Türkiye’ye gidiyorum! Korktum. Evet, bu ay içinde seyahat edeceğimi biliyordum, ya da bu hafta ama yarın değil. Vedalaşmam gereken çok insan, toplanacak çok eşya… Nefes al, nefes ver! İlk defa uçağa biniyorum, çok gerginim. Daha önce çok seyahat ettim, Balkan ülkelerini karış karış gezdim ama bizim oralar bir günde birkaç ülkeyi otobüsle gezebilecek kadar ufak topraklar. Şimdiyse ayaklarım o topraklardan kesilmiş, uçsuz bucaksız semada uçuyordum. Heyecanla geçen yolculuğumun sonuna doğru boylu boyunca sahil şeridinde uzanan, ışıklarla yıkanan o devasa şehri gördüm. 

Ama yolculuk daha bitmemişti. Birkaç aksiliğin ardından beni kendi varış noktama götürecek olan otobüse binip Ankara’ya doğru yol almaya başladım. Vücudum yorgunluğa yenik düşmüş ve uyumuşum. Gözümü açtığımda gün doğmuştu. ‘’Geldik mi, yoksa hala rüya mı görüyorum?’’ Hiç bu kadar gökdeleni bir arada görmemiştim. Bizim bir şehrin nüfusunu bir gökdelene sığdırabilirim herhâlde.

-Ekim 2012-

Başkentteyim. İnsanlar bu kalabalık şehirde ustaca yaşamaya programlanmış gibi herkes günlük rutinin içinde dalgalar gibi ilerliyor; bir şeyler yakalamaya, bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar. 

Taksi şoförü iyi bir insana benziyordu ama beni iki manada da dolandırdı. Dolana dolana dolandırıldım. Taksiciler! Evi aratmadı bana. 

Ümitsizliğe kapılmak yok! Daha yolun başındayım. Ayrıca dünyanın her bir köşesinden binlerce öğrenci var bu şehirde. Yurdumu buldum, valizimi bıraktıktan sonra hemen öğrenci işlerine gittim. Kapı kapı gezdim, işlerimi halletmeye çalıştım. Henüz Türkçe bilmediğim için evrak işleri ile uğraşırken çok zorlandım. Kampüse gidiyoruz "Üzgünüm ama giremezsiniz." diyor, güvenlikteki adam. Bana inanması ve izin vermesi için beş yüz belge gösteriyorum. Kapıyı çalıyorum: "Üzgünüm ama burası yanlış ofis, yan binaya geç." Kapıyı tekrar çalıyorum, "Aman ne yazık, seni yanlış kampüse getirmişler. Kırk kilometre uzaktaki kampüse gitmelisin.” Bir minibüse, sonra bir otobüse, sonra metroya bineriz; sonra çok yürürüz, bir tepe tırmanırız, kendimizi bir köyün tepesindeki kıyamet alanında buluruz. Kapıyı çalıyoruz: "Burası doğru ofis değil, sonrakini çal." En azından yine kırk kilometre daha yapmamıza gerek yok sanırım. Tekrar kapıyı çalıyoruz: "Üzgünüm ama geç kaldın, şimdi kapanış saati, yarın gel." Yok artık! Ağlamak istiyorum! Annemi istiyorum!

Çok uğraştıktan sonra, işler halloldu veya en azından öyle düşünmüştüm. Artık Ankara kazan, ben kepçe. Ankara’nın eski konaklarının olduğu, "Hamamönü" denen tarih kokulu mekânı… Siyah çay kokusu… Eski Türk şarkıları… Güz yeli… Sanki İbrahim Tatlıses’in film ve müzik kliplerinden çıkmış gibi bir görüntü... Adeta zamanda yolculuk gibi.

İşlerin nasıl işlediğini artık öğrendim. Her gün Türkçe dersi alıyorum, yurda gidip ders çalışıyorum. Etkinliklerine katılıyorum. Yavaş yavaş dilimin kemiği de kırılıyor ve artık yerel halkla da iletişim kurabiliyorum derken hayatımın bu noktasında onunla tanıştım...


Nada DOSTİ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

8 BİN- Nada DOSTİ

           8 BİN (Srebrenitsa Katliamı)          Bir anda gözlerini kapa ve büyük bir mağarada olduğunu hayal et..! Boş, nem dolu, karanlık! Kapkara! Aydınlık güneşin ışınlarının çok az girebildiği korkunç bir yerde olduğunu! Soğuk! Öyle bir soğuk ki temmuzda dahi titretiyor insanı.    Tarih 11 Temmuz. Kara gün!    Bizi nereye götürdüklerini henüz söylemişlerdi. Tarihi ve hatıralar dolu bir yer olduğunu biliyorduk, fakat burası ne bir müze ne de bir sanat galerisiydi. Sonra, buraya gelince donakaldık! Sanki başka bir mevsim ve başka bir dünyadan gelen bir soğuk hava akımı geçiyordu üstümüzden. Öğrendik ki II Dünya Harbi’nden sonra Avrupa'nın en büyük katliamın yaşandığı yermiş burası. Tam bizim durduğumuz yerde, yığınlar halinde insanlar toplanmış. Kadınlar, erkekler, yaşlılar ve çocuklar… Onlara yapılanlar ise büyük bir insanlık suçu olarak hafızalara kazınmış. Öylece donaklamaya devam ediyoruz!    Burada toplananlar ben ve sen gibi insanlarmış...! Beyefendil

GÖRÜ KANDİLLERİ- İsmet Çağrı KIZILAĞIL

GÖRÜ KANDİLLERİ Benim Adına türlü şiirler yazdığım ayna, Bana söyleyemez içimdeki sakladığım meşhur yangını. Açtığım odalarda, gösterdiğim loş ışıklar, Sebepsiz bir sonuç beklememeli ışıklar. Sebepsiz ışık patlar, sonucunda söner. Geriye ampul parlaklıklarından, kandiller kalır. Kandiller, küçük cisimlerin can yoldaşıdır. Karanlık ve zifiri bir ateş oda etrafında... Odalar içinde gizi süsleyen aynalar. Aynalar bana söyleyin  kaç dakikanız var? Vakitten bir gelinlik, damata teslim... Damatın papyonu kredilere... Ve kimilerinin "evlilik" dediği saadet banka sözlüklerine... Ayna kararır banka duraklarında. Camları susar, saydamlığı daralır masum aynaların. Aynalar, en dolu babanın susuz haykırışlarına şahittir. Ya gözgü; Mutluluk, bir umudun içindeki kelepçeye teslim. Umut, günün sonunda sözleri yutan aynalara... Aynalar, en dolu babaların haykırışına... Ve babalar, Bitmeyen ışıklara...                                      İsmet Çağrı KIZILAĞIL

KIZIL SEVDA- Abdulbaki ÇAKIR

KIZIL SEVDA Siyah sırma saçlarının vuslatına ermedikçe elim, Gün rengi yaprakların tenime değmesi neden? Senin revnaklı kalbini hissetmedikçe kalbim, Seni görünce pır pır atması neden? Güz mevsiminde o güzel bahçeleri seninle dolaşmadıkça, Gözlerim onları görse ne hacet? Nice güzel sözler işitsem de sana söylemesem. O bülbül gibi şakan dilim şarkı söylese neden? O güz bahçelerinde el ele dolaşmadıkça Kalbim sana yansa, gözüm onları neden? Ben yine ben olsam da Sen olmadıkça ben demenin manası ne? Sevgilim, her bahçede gezeriz. Senden güzelini bulamayacağını bilerek, Feleği uçtan uca dolaşsak yine ne? Ben seni bulamayacağımı bilerek çıkarım yola, O güzel güz bahçelerine yine de bana ne? Her seferinde seni görme bahanesiyle bakarım. Kasımpatılara, Güllere, Kamelyalara ama Ne Kasımpatı senin kadar renkli, Ne Gül senin kadar asil, Ne de Kamelya senin kadar zariftir. Biz bu mevsimde tanıştık seninle. Herkes sonbahar der ama sen ilk baharımsın. Ve sevgilim umarım ki İlk baharım o