Ana içeriğe atla

SAKLAMBAÇ- Nada DOSTİ


                       SAKLAMBAÇ
           
Birçoğu, hayatın bir oyun olduğunu; bir aldatma oyunundan ibaret olduğunu söylüyor. 

Ben de hayatıma saklambaç oynayarak başladım. Evet, evet! Saklambaç! "Ama nasıl?" diye soracaksınız. Şöyle: Gözlerim kapalıydı. Açtığımda ise babam yoktu. Bebeklerin göremediklerini söylemelerine rağmen, gözlerimle onu aramaya başladım. Görebiliyordum, hatta çok iyi görebiliyordum ama keşke görmeseydim. En azından ilk üç günde. 

"Hayata nasıl başlarsan öyle devam eder." derler. Babamı aramaya başladım ve tüm hayatım böyle devam etti, sürekli onu arayarak. Babam benimle hiç evcilik 

oynamadı, hiç el ele tutuşup parka ya da ormanda yürüyüşe de gitmedik. Ama ne önemi var ki! Zaten bütün hayatımızı saklambaç oynayarak geçirdik. O kaçardı ben de onu arardım. Ortadan kaybolurdu, ben de onu bulmak için her yere bakardım. Sonunda oyunumuzda kazanan olmadı ve ikimiz de kaybettik. 

Doğduğumda, babam beni görmeye hastaneye bile gelmedi. Üç gün sonra lohusa kadın, bir kız bebekle eve döndüğünde babam ile tanıştım. "Yine mi kız?" Adımın bu olduğunu sandım. Bu ismi o kadar çok duymuştum ki bana "Yine Kız" demeye karar verdiklerini düşündüm. 

Sevilmeden ve kabul edilmeden hayata geldiğinizi hayal edin. Bir kaza gibi gelmek ya da "lanet gibi", babama göre. Evet, onun teorisine göre, Tanrı ona iki kız çocuğu 

vererek onu lanetledi (ve hatta benden sonra gelen üçüncü kız çocuğu, onun bu lanet teorisinin canlı kanıtıydı). 

Kimileri için bir lanet, kimileri içinse bir nimetti. Büyüklerimiz hep ‘’üç kız çocuğu olan anne ve baba cennete kızları ile el ele girer.’’ derdi. 

Bu dünyaya bir "lanet" olarak geldiğinde, ömür boyu kendini sevdirmeye ve kabul ettirmeye çalışarak geçiriyorsun ki sen de kendini sevgi ve kabule layık göresin.

Yıllarca kendine ve seni bu dünyaya getirene, kız olmanın ve kız sahibi olmanın o kadar trajik olmadığını kanıtlamaya çalışırsın. "Yine bir kıza” ebeveynlik yapmak, bu kadar lanet olmamalıydı. Ama tüm bu çabalaına rağmen, sen hayatına saklambaç oynayarak başlayan, hastanede terk edilmiş bir bebeksin.


Nada DOSTİ 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

8 BİN- Nada DOSTİ

           8 BİN (Srebrenitsa Katliamı)          Bir anda gözlerini kapa ve büyük bir mağarada olduğunu hayal et..! Boş, nem dolu, karanlık! Kapkara! Aydınlık güneşin ışınlarının çok az girebildiği korkunç bir yerde olduğunu! Soğuk! Öyle bir soğuk ki temmuzda dahi titretiyor insanı.    Tarih 11 Temmuz. Kara gün!    Bizi nereye götürdüklerini henüz söylemişlerdi. Tarihi ve hatıralar dolu bir yer olduğunu biliyorduk, fakat burası ne bir müze ne de bir sanat galerisiydi. Sonra, buraya gelince donakaldık! Sanki başka bir mevsim ve başka bir dünyadan gelen bir soğuk hava akımı geçiyordu üstümüzden. Öğrendik ki II Dünya Harbi’nden sonra Avrupa'nın en büyük katliamın yaşandığı yermiş burası. Tam bizim durduğumuz yerde, yığınlar halinde insanlar toplanmış. Kadınlar, erkekler, yaşlılar ve çocuklar… Onlara yapılanlar ise büyük bir insanlık suçu olarak hafızalara kazınmış. Öylece donaklamaya devam ediyoruz!    Burada toplananlar ben ve sen gibi insanlarmış...! Beyefendil

GÖRÜ KANDİLLERİ- İsmet Çağrı KIZILAĞIL

GÖRÜ KANDİLLERİ Benim Adına türlü şiirler yazdığım ayna, Bana söyleyemez içimdeki sakladığım meşhur yangını. Açtığım odalarda, gösterdiğim loş ışıklar, Sebepsiz bir sonuç beklememeli ışıklar. Sebepsiz ışık patlar, sonucunda söner. Geriye ampul parlaklıklarından, kandiller kalır. Kandiller, küçük cisimlerin can yoldaşıdır. Karanlık ve zifiri bir ateş oda etrafında... Odalar içinde gizi süsleyen aynalar. Aynalar bana söyleyin  kaç dakikanız var? Vakitten bir gelinlik, damata teslim... Damatın papyonu kredilere... Ve kimilerinin "evlilik" dediği saadet banka sözlüklerine... Ayna kararır banka duraklarında. Camları susar, saydamlığı daralır masum aynaların. Aynalar, en dolu babanın susuz haykırışlarına şahittir. Ya gözgü; Mutluluk, bir umudun içindeki kelepçeye teslim. Umut, günün sonunda sözleri yutan aynalara... Aynalar, en dolu babaların haykırışına... Ve babalar, Bitmeyen ışıklara...                                      İsmet Çağrı KIZILAĞIL

KIZIL SEVDA- Abdulbaki ÇAKIR

KIZIL SEVDA Siyah sırma saçlarının vuslatına ermedikçe elim, Gün rengi yaprakların tenime değmesi neden? Senin revnaklı kalbini hissetmedikçe kalbim, Seni görünce pır pır atması neden? Güz mevsiminde o güzel bahçeleri seninle dolaşmadıkça, Gözlerim onları görse ne hacet? Nice güzel sözler işitsem de sana söylemesem. O bülbül gibi şakan dilim şarkı söylese neden? O güz bahçelerinde el ele dolaşmadıkça Kalbim sana yansa, gözüm onları neden? Ben yine ben olsam da Sen olmadıkça ben demenin manası ne? Sevgilim, her bahçede gezeriz. Senden güzelini bulamayacağını bilerek, Feleği uçtan uca dolaşsak yine ne? Ben seni bulamayacağımı bilerek çıkarım yola, O güzel güz bahçelerine yine de bana ne? Her seferinde seni görme bahanesiyle bakarım. Kasımpatılara, Güllere, Kamelyalara ama Ne Kasımpatı senin kadar renkli, Ne Gül senin kadar asil, Ne de Kamelya senin kadar zariftir. Biz bu mevsimde tanıştık seninle. Herkes sonbahar der ama sen ilk baharımsın. Ve sevgilim umarım ki İlk baharım o