Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

YÜKSELİŞ DİYARI- İsmet Çağrı KIZILAĞIL

YÜKSELİŞ DİYARI Gizlilik diyarında, oynanan oyun şemsiyeleri Yağmur yok, kabanlar yırtık parçalardan beri Damarlardan hissedilen kan ve kırmızı İlan edecek usta sahte baronların yasını Kahverengi alemlerde kahve içen bu ağız Bazen susmak, konuşmaktan ötedir Biz hep, hep ve hep bu çağdayız Âlem saatler ardında bir doğuşa gebedir Gözlüklerin camları kırık, edilmez hülasa Parça parça yapışkanla birleştirilen dergiler Bir kap içinde gram gram tasa Kaynatamaz gramı bir gün tencereler Köprüler iki yaka hikâyesinin birleştiricisi Darağaçlarında başkaldırıdan duyulan iplerin sesi Göz gözü görmez, devletler bugün yok konsensüste Bir yeniden doğuşa şahit, rahmet ağaçlarında Kalem hakkı anlatmadan kuru bir dal misali Mürekkepler ağlar mazlumların gözyaşlarında Yalnızlıklar çarşısında bir dost kumsalı Bir yükseliş, maneviyatın kaynağı bayramlarda İsmet Çağrı KIZILAĞIL

YOL- Abdulbaki ÇAKIR

YOL Uzun bir yolculuk var önümde Giden sonsuzluğa   Her şeyimi bırakıp gidiyorum Herkesimi bırakıp gidiyorum   Ne sen varsın ne hislerim, Baki kalacaklar belki burada  Ama benim olan benle kalmayacak   Uzun bir yol ahir bir zaman Fani bir ölüm ani bir gidiş   Fark etmeyeceğim bile belki Ama bileceğim gittiğimi   Giyeceğim beyaz kefeni Yatacağım o toprak köşkte  Tek ben kalacağım o koca mahzende   Ya bana dar gelecek orası Ya da döneceğim sağıma ve soluma   Uğrayacağım o son limana  İneceğim o gemiden Alnıma koyacağım toprağı Özleyemeyeceğim belki de eskideni Eskiden ben olduğum şeyleri  Ulaşacağım en sevgiliye, Olacağım olmadığım kadar yakın Kalacağım baş başa Sağım ve solumdakiyle   Hepimiz gireceğiz o mahzene Belki ben kalmayacağım baki Ama bıraktıklarım kalacak Hislerim ve benliğim kalacak Kendim olduğum her şey Ama ben kalmayacağım                                           Abdulbaki ÇAKIR 

KARINCA MESELESİ- Ali Anıl ŞENER

    KARINCA MESELESİ    Yoldan geçen kamyonun odanın camına sıçrattığı suyun sesiyle uyandı. Cehennemin bir provasını yaşadığı bu eve emekli olur olmaz, sekiz sene önce taşınmışlardı. Çocuklar evlenmiş, artık büyük bir eve de ihtiyaç kalmamıştı. Hem bu taşındıkları bina daha yeniydi, ısınma sorunu yoktu hem kendisi de eşi de artık yaşlanıyordu. ‘‘Bir zemin kata taşınmak bizim için daha güzel olacak’’ diye düşünmüştü. Tabii tüm bu çok mantıklı bahaneler bir kenara, eskiler ‘‘tebdil-i mekânda ferahlık vardır’’ derler. Artık hiç de iyi gitmeyen evliliğini bu yeni mekân belki feraha erdirecekti. Belki evlilikleri ilk evlendikleri gündeki gibi, Mebusevleri’ndeki ilk evlerine taşındıkları heyecanıyla tekrar dirilecekti. İşte bu düşüncelerden tam sekiz sene sonra bugün, son üç aydır her gün olduğu gibi yapayalnız uyandı. Üç ay önce kavgaları dayanılmaz hale gelmiş, her kavgada adamı tokatlar gibi çarpan kapı sonuncu sefer adamın göğsüne bir yumruk indirir gibi sessizce kapanmıştı

KAZAKLAR- Sude Nur CEVİZCİ

Kazaklar… Genelde sıcak tutulsun diye giyilen bir kıyafettir. Bu aralar hayatıma yön veren renkleri ile günümün başlangıcı haline getiriyorum. Kulağa saçma geliyor değil mi? Ama bazen insan yaşanan olayları bir yere bağlamaya çalışır. İşte ben de bu yaşanan olayları kazakların renklerine göre belirliyorum. Mesela en sevdiğim kazağımı şu an giyemeyecek kadar cesaretsizim. Sabah onu giydiğimde benim günüm belli artık. Artık yeşil rengi pembe rengi sevemeyecek hale geldim. Bu da bir sıkıntı mı hocam? Durur düşünür. Belki de değildir. Şarkılara da anlam yüklemiyor muyuz? Peki şöyle bir şey soralım bu olayı yaşayan kendimize de bir anlam yüklüyor muyuz? Hadi dün güzel geçmedi o zaman ne yapalım? Kendimizi az çıkarıp kenara koyalım. Bir makinaya girsin de temizlensin. Mümkün mü? Değil. Kendimize ifade edemediklerimizi işte kazaklara yükledik. Şimdi ceremesini onlar çekiyor. Ama inat ettim yarın için o yeşil rengi giyeceğim. Benim en sevdiğim renktir aslında. Bir anda se

KIZIL SEVDA- Abdulbaki ÇAKIR

KIZIL SEVDA Siyah sırma saçlarının vuslatına ermedikçe elim, Gün rengi yaprakların tenime değmesi neden? Senin revnaklı kalbini hissetmedikçe kalbim, Seni görünce pır pır atması neden? Güz mevsiminde o güzel bahçeleri seninle dolaşmadıkça, Gözlerim onları görse ne hacet? Nice güzel sözler işitsem de sana söylemesem. O bülbül gibi şakan dilim şarkı söylese neden? O güz bahçelerinde el ele dolaşmadıkça Kalbim sana yansa, gözüm onları neden? Ben yine ben olsam da Sen olmadıkça ben demenin manası ne? Sevgilim, her bahçede gezeriz. Senden güzelini bulamayacağını bilerek, Feleği uçtan uca dolaşsak yine ne? Ben seni bulamayacağımı bilerek çıkarım yola, O güzel güz bahçelerine yine de bana ne? Her seferinde seni görme bahanesiyle bakarım. Kasımpatılara, Güllere, Kamelyalara ama Ne Kasımpatı senin kadar renkli, Ne Gül senin kadar asil, Ne de Kamelya senin kadar zariftir. Biz bu mevsimde tanıştık seninle. Herkes sonbahar der ama sen ilk baharımsın. Ve sevgilim umarım ki İlk baharım o

YEDİ GENÇ FİDAN- Büşranur AYDIN

YEDİ GENÇ FİDAN Yedi Güzel Adam Yedi genç fidan... O adamlar ki; Maraş yollarında, Edebiyat kollarında, kalem ile cenk etmiş. Yedi Güzel Adam, Yedi genç fidan… Her ne zaman bahsetse bir kişi , Buhûr kokusu sarar tütsüden zulmetî. O koku ne kokudur! Şiir gibi kokar, saf âşk gibi kokar! Menziller aşar insan aklın denizinde. Hele bir de sonbahar gelince…                                           Büşranur AYDIN

ŞİİRLER- Kerim PALA

İntihar-(1) O gün parmağına sardığın ip var ya, Şu an boynumda. İntihar kötü, biliyorum. Fakat başka çare kalmadı. O gün ipe dudağın değmişti, Şimdi boynumu öptüğünü hissediyorum. Dünya'ya bir kadının öpücüğüyle geldim, Bir kadının öpücüğüyle gidiyorum.          Oh-(2) Bir nefes kadar ıssız ve cılız odam… Güneşten yoksun ve havaya uzun süredir hasret, Bir “Oh” demek ne büyük nimet. Senin nefesin yüzümde hasret.   Ufak bir saksının içinde, Yapayalnız bir gül. Belki büyür, Kim bilir belki de ölür.   Ölüm, ölüm, ölüm Ne büyük nimet gülüm. Korkma yapraklarım solacak diye, Hem solunca saklamıyor mu insan gülü? Can ve sevgi yitirilince görüyorum gülü. Kim kuruttu onu? Ben mi yoksa ölüm mü?     Ölümlünün Ölümcül Bildirisi-(3) Ölümler biriktiriyorum sana… Bir damla yaş kalmasın diye gözlerine, Tuttum bu çeşmenin başını. Artık tüm ölümler benden sorumlu. Azrail azat oldu.        Emekçinin Biyografisi-(

ÜÇ BEŞ DAMLA- Alihan GÖK

                           ÜÇ BEŞ DAMLA Hayatımın en geç baharıydı belki bu sonbahar. Düşen yaprak tanesinin pervasızca savruluşu gibi bir o tarafa bir bu tarafa… Kasım ayının, aşk ayı olması bundandır belki de. Soğuk bir havada sıcak bir ten arayışı, ya da sadece umudun turunculaşmış ve kurumuş bir yaprak gibi yok olması. Yağmurlar yağıyor bir çöl bedevisi gibi şaşkınlıkla izliyorum bazen. Bazen de üç beş damladan kaçıyorum. Doğru ya, bazen sadece kaçıyorum. Cebimde milattan kalma bir umut, Kafamda yünden bozma bir şapka, Gözümde uykunun mahmurluğu İzliyorum işte...   Alihan GÖK

ŞEMSİYE VE AKASYA- F. Şule ŞİNCAN

                   ŞEMSİYE VE AKASYA    Kabanın önünü bağlayarak yere eğildi. Önce sağ ayağına ardından sol ayağına botlarını giyerek doğruldu. Vestiyere astığı şapkasını başına geçirdi. Krem renkli atkısını boynuna doladı. Çantasını eline aldı. Dış kapıyı açtığında gözü toprak tonlarındaki   şemsiyesine takıldı. Bir an için durdu. Anıları zihnine nüfuz ederek onu zamandan kopardı. Burnuna toprağa düşen   yağmurun kokusu, kulaklarına yağmur damlalarının sesi, gözlerinin önüne abisinin güzel yüzü , tenine rüzgarın serin esintisi dokundu ve geçti. Yeniden abisi ile el ele okula yürüyorlardı. Abisi yolda durup durup ona büyük gelen montunun şapkasını düzeltiyor sonra tekrar yola devam ediyorlardı. O pazartesi;   her zamanki pazartesilerden daha kederli, daha hüzünlüydü. Gökyüzü kararmıştı. Bulutlar yağmur tanelerini yeryüzüne bırakmak için sabırsızlanıyor gibiydi. Topak topak olan bulutlar birbiriyle yarışır halde bir araya geliyorlardı. Bir yas çığlığını andırıyordu rüzgâr

YOL- Zehra ÇİFTÇİ

                              “Ama bu bir bedenin değil ruhun uyanışı..."                                        YOL   Yükünü bıraktı. Trenin istasyona varmasına az kalmış, kalabalık hareketlenmiş, insanlar yüklerini ellerine almaya başlamıştı. Yüzünde ufak, anlamsız bir tebessüm ile yanından geçip giden kalabalığı seyreylemeye başladı. Her simada bir hikaye, bir iz arıyordu kendinden. Öyle ya, bunun için çıkmak istememiş miydi bu zamansız yolculuğa ? Zamansız yolculuklar onda bir huy olmuştu artık. Bir yere gider, orada bir süre kalır, anılar biriktirir, bu soluk anlamsız yaşamına bir mana arar, bulamayınca yükleri ile terk eder şehri. Kaçıncı sürgünüydü bu? O saymayı bırakmıştı artık. Belki boşuna kürek çekiyordu ama yine içinde bastıramadığı kuvvetli bir his onu bu yolculuklara mecbur kılıyordu. Artık renkler görmek istiyordu, duygular, manalı cümleleri kitaplardan çıkarıp içine taaa kalbinin derinine yazmak… Herkese haykırmak istiyordu. Madem bu kadar kuvvetli bi

Aşıkî & Mayî - Eşkâl-i Hâzân

AŞIKÎ & MAYÎ - EŞKÂL-İ HÂZÂN EŞKÂL-İ HÂZÂN S: Sensin bu kalb-i virânumda gayret-i mâh hoş sohbet      Fasl-ı hazânda serv-endâma müptelâ eyler beni Ş: Pür ü pâk başlarsın aşka hazânda çün mâziden arındırmıştır seni     Yaprak döker fasl-ı hârif bir diraht misâli uryân eyler beni S: Ehl-i semâvat tekellüm ider baharistân-ı çeşme sığıştırmış      Cihân siâyet ider bir misl-i hüsn ü firüzân perişan eyler beni Ş: Hazândır benüm bu gördüğüm ardından hüzün gelmekte      Vuslat temenni itmem ben bu faslda çün virân eyler beni S: Rû-i zeminde umuma rezil ü rüsvâ ider tâlihî ışk       Bir ışkdır ki hâl-i âlemde bin cismimle helâk eyler beni Ş: Vuslat gayrı dâimi bir muhayyeldir bülbül-ü şeydâya       Gül ise i’nat durur cefif-i gazel altında giriftâr eyler beni  S: Bana yoktur ol gözleri zâlimde meyl-i merhâmet       Yek nazarda dil-nüvâz firuzân bende eyler beni  Ş: Benüm çektiğim ah-ı nidâlar semâda ebr ağlatır      Katre katre gül-i ahmâr üstünde şebnem eyler beni  S: Bahtım