Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

O BELDE- Muhammet Baran ASLAN (Baranî)

 O BELDE "O belde", bu beldedir Diye aradım durdum. - Belki de bu yerdedir, İçimi yiyen kurdum. - Sanmayın beni veli; Ne âşık ne maşuktum. Ne sazım var ne sözüm. Şöyle deli bir kulum. Hani demiş ya şair; "İşte virane yurdum." Ben de işte öylece Viraneydim, mahpusdum. Zahir bir asır oldu. Ne aradım, ne buldum! İblis gemi kavradı. Nefse uydukça, uydum. Şimdi bir kor alevim. Evvelden dingin suydum. Çoraklaştım iyice, Kurudukça kurudum. Gelenler gitti bir bir... Candan çıkmamış huydum. Şimdi sorun hele bir Ne oldum, ne ummuştum?! Karun sandılardı ya Ne paraydım ne puldum. Kaç gece aç açıkta Topraklar yedim doydum! Çalmadı kimse kapım Sanki yoktum, yokluktum. Ne kimseye yoldaştım. Ne de birine yoldum. Belki bir efsaneye, bir hayale tutuldum. Sırtımdan vurdular da ne öldüm, ne kurtuldum. Oysa yeni bir candım, filiz vermeden soldum. Yıllar yılı direndim. Büyümedim, hep toydum! Gayrı bitti davam bak; Koynuna aldı toprak..

Edebiyat ve Sinema İlişkisinin Arka Planı

Bu değerlendirme, edebiyat ve sinema ilişkisinin gelişim sürecini; toplumsal normlar, kültürel değerler ve politik bağlam çerçevesinde ele almaktadır. Sinema ve edebiyatın birbirini destekleyen ve yarara yönelik ilişkisi; görüntünün teknik yanlarının kısa sürede tükenmesi ve toplumun ilgi alanındaki etkisini kaybetmesi ile başlamaktadır. Bu bağ ilk başlangıçta, film yöneticilerinin kısa öyküler anlatma boyutuna geçişiyle güçlenmektedir. Sinemanın sessiz doğuşu edebiyatla ilişkisi hususunda önemli bir noktadır. Bu sessizlik, insanların görüntüye olan ilgisini olumsuz yönde etkilemektedir. İnsanlar sadece hareket bağlamında bir olayı seyretmeyi belli bir noktada anlamsız bulmaktadırlar. Bu durum; sinemanın, herkesin bildiği ve rahatça anlayabileceği senaryo metinlerine ihtiyaç duymasına sebebiyet vermiştir. Metinlere yöneliş ve edebiyatın sinemaya aktarımı ve sahnelenen materyaller, ilk başta en zirve ve herkesin merakla okuduğu noktaları ele almaktadır. Seçilmiş sahnelerin e

EN/GEREK- Sadık BÜYÜKSAKARYA

                           EN / GEREK Geçen gün ihtiyaçlarımı gidermek için bir alışveriş merkezine gittim. Daha alışveriş merkezinin içine girmeden dışındaki reklam ve marka panoları bana ve benim gibi alışverişe gelmiş onlarca insana göz kırpmaya başlamıştı bile. Direnerek gözlerimi onlardan çevirmeye çalıştım fakat kendilerinden son derece emin bir şekilde içinde bulunduğumuz marka popülizmine dayanarak, bıçkın mahalle delikanlılıklarına güvenerek beni alt etmeye çalıştılar.  Ben de dışarda yaşamış olduğum bu olayı bir an önce atlatabilmek için kendimi alışveriş merkezinin içine attım. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak nedir, nasıl olur hiç bilmezdim. Ve bunu bir  alışveriş merkezinde yaşayacağımı da hiç tahmin etmezdim açıkçası. Ama gelin görün ki tahminini edemeyeceğim, hayalini dahi kuramayacağım keşmekeşlik ve bilinmezlik yumağının içinde buldum kendimi.  Bu cümleleri okuyanlar haklı olarak şöyle bir çıkışta bulunacaktır: "Kardeşim ilk defa mı alışveriş merkezi

SAKLAMBAÇ- Nada DOSTİ

                       SAKLAMBAÇ             Birçoğu, hayatın bir oyun olduğunu; bir aldatma oyunundan ibaret olduğunu söylüyor.  Ben de hayatıma saklambaç oynayarak başladım. Evet, evet! Saklambaç! "Ama nasıl?" diye soracaksınız. Şöyle: Gözlerim kapalıydı. Açtığımda ise babam yoktu. Bebeklerin göremediklerini söylemelerine rağmen, gözlerimle onu aramaya başladım. Görebiliyordum, hatta çok iyi görebiliyordum ama keşke görmeseydim. En azından ilk üç günde.  "Hayata nasıl başlarsan öyle devam eder." derler. Babamı aramaya başladım ve tüm hayatım böyle devam etti, sürekli onu arayarak. Babam benimle hiç evcilik  oynamadı, hiç el ele tutuşup parka ya da ormanda yürüyüşe de gitmedik. Ama ne önemi var ki! Zaten bütün hayatımızı saklambaç oynayarak geçirdik. O kaçardı ben de onu arardım. Ortadan kaybolurdu, ben de onu bulmak için her yere bakardım. Sonunda oyunumuzda kazanan olmadı ve ikimiz de kaybettik.  Doğduğumda, babam beni görmeye hastaneye bile gelme

SEN DE DÖNERSİN BELKİ BİR GÜN YÜZÜNÜ-Muhammet Baran ASLAN(Baranî)

SEN DE DÖNERSİN BELKİ BİRGÜN YÜZÜNÜ Ölmek için çok yorgunum. Yaşamak için daha çok... Melankolik bir asfalt kusmuğu asır. Ve ben bu asrın sancısı... Kim doğurdu kaygılarımı? Bilmeden arşınladığım sokaklar, Yüzüme vurur bir tokat gibi Hakikat çekideklerini. Gördüm ki... Gördüm ki, ruhumun aynasında fokurduyor aksin. Ne kadar da aksisin... Fakat aldırmayacaksın, ne de olsa Feza kokuları ve magma köpükleri arasında Sevmeyi sevmek Benimkisi. Senin için, sana inat! Bilirim sen satır görürsün, Ben kader! Yılkılar arasında koşturduğum günlerde kalma  Bayat hayat tadı damağımda... Kaldırım üstü kol kanat, İki büklümüm. Matemler erir gövdemde. Ne cemadat işitir ne hayvanat. Bilirim, sen Tek boyutlu hayatının cenderesinde Sürüklenmektesin. Sen de bil! Ben sızdığım zamanın şekline direniyorum! Ve akmamak için küfrediyor damarlarımdaki kan. Bre hey zalim, çek kelimelerini kınından! Vurmak istersen garibi gönlünden, An bu an! Ama bil ki ya biriz biz Ya bir eksik... Farkımı fark edebilme

KALIN TÜRK: İSMET ÖZEL- Kemal AKIN

                KALIN TÜRK: İSMET ÖZEL     Günümüz Türk Edebiyatı’nın yaşayan en büyük şairlerinden; İslam’ın, Türk ülküsünün savunucusu; fikir adamı, "değişimler şairi", “celladına gülümseyen adam”: İsmet Özel…     1944 yılının Eylül ayının 19.günü, Kayseri’de dünyaya geldi. Sökeli bir babanın altıncı çocuğudur. Öğrenim hayatı ve çocukluğu ülkenin çeşitli yerlerinde geçirdi. Babası ile muhabbeti kendi deyimiyle "o, öldükten sonra" başlar. Manevi açıdan derin bir çocukluk yaşayan Özel, Ankara Gazi Lisesi'nde öğrenimini tamamladı. Artık vakit, üniversite vaktiydi.1962 yılında, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Bu dönemlerde 'şiir' ile ilgisi, disiplinli bir şekilde devam etti. Çocukluğundan beri  şiirle uğraşan Özel, o dönemden aldığı ruhla şiire devam etti. Daha sonra ikinci sınıfa geldiğinde -okula devam edebildiği halde- okulu bırakma kararı aldı. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Frans

GÖKKUŞAĞI-Kübra KIVANÇ

                           GÖKKUŞAĞI     Bu sabah, her zaman çıktığım gibi çıkmamıştım evden. Sokak yabancı geliyordu. Etrafıma sanki suçlu gözlerle bakıyordum. Oysaki her zaman yaptığım gibi yemek yeyip, uyuyup, işe gitmek için hazırlanıp, kendimi dışarıya atmıştım. Evet, atmıştım. Her günden farklı olan tek şey buydu sanırım. ''Atmıştım''. Eve sığamadığımı hissettim. Düşüncelerim, zihnimi çok fazla meşgul ediyordu. "Temiz hava almak iyi gelir." derken otobüste bulmuştum kendimi. Otobüse bindiğim durağın manzarası hep böyle miydi? Altınköy'e giden o dar sokaktaki mor evin rengi solmuş ve hep öyle mi bakıyordu bana? Ağlamaklı. Şu her zaman gördüğüm pembe evin altındaki kırmızı güller de mi solmuştu? "Renklerin bana oynadığı bir oyun" diyordum kendimce. Üstelik sadece evler, sokaklar değil güneş de kırgındı sanki bir şeylere. Yerini bulutlara bırakmıştı çünkü. Ahmet Paşa'nın da ifade ettiği gibi: "Güneş turuncu tabaklardan

AĞLADIM, AĞLIYORUM VE AĞLAYACAĞIM-Nihal DİLEKÇİ

Ağladım, Ağlıyorum ve Ağlayacağım Ağlıyorum. Gökyüzüne, yıldızlara, aya Ağlıyorum. Bu cahilliğe, bu saflığa Ağlıyorum. Sana, bana, tüm bu konuşabilen canavarlara... Ağladım, ağlıyorum ve ağlayacağım. Nedir bu kin, nedir bu öfke? "İnsan" dediğin inanmalı belki de bu evrenlere. Siyahın bin bir tonu olan bu iğrenç ruhlar için... Ağladım, ağlıyorum ve ağlayacağım. Dünya’nın sonu mu geliyor? Neden kimse ağlamıyor? Dibi görünen bu su neden artık kurak bir çöl, Sessizce ağlayan kırmızı bir göl? Parmaklar, kalem yerine mutluluk peşinde. Madem ağlamayı unuttuk, buna da gülelim. Ama şunu da biliyorum ki ben gülüyor bile olsam Ağladım, ağlıyorum ve ağlayacağım...                                                   Nihal DİLEKÇİ 

GÖLGESİ SONSUZ UZAYAN-Leyla ARSLAN

    GÖLGESİ SONSUZ UZAYAN  ...Her şey mümkün; her şey, her an değişmeye ve hatta yok olmaya kavi... Büyürken sayısız tekrar ile edindiğim en kıymetli bilgi bu. Bir de ölüm var. Ne çocukluk ne gençlik, her anda sıcaklığını koruyan. Ayak izleri hiç değişmeyen, gölgesi sonsuz uzayan o ölüm.. Dün alalede şeylerden konuştuğumuz bir anda, "Fatma Teyze vefat etmiş." , dedi annem. Beyaz şiltesini omzundan hiç indirmeyen iki katlı kiremit evinde, bana devasa büyüklükte gözleriyle muhlis bakışlar atan; ellerinde daima paylaşacağı yemişleri bulunan kadın... yüzünü hatırlamakta zorlandığım ama adını duyduğumda ne hissettiğimden kesinlikle emin olduğum, sevgi ve şefkat denizi Fatma teyzem ölmüş... Çocuk koşmalarımın ilk vuslatı, kucağı bana daima bir yurt sıcaklığı veren pamuk ninem... Onu uğurlamayı ne çok isterdim, ruhunun usul usul terk ettiği bedeninde soğuk bir iz gibi kaldı sesim... Uzaklardan "Hoşçakal!", dedim  ona. Rehberimden silmek zorunda kaldığım, adında

ÖĞRENCİ İŞLERİ- Nada DOSTİ

ÖĞRENCİ İŞLERİ  -2012 yaz'ı- Oldukça gergin günler. Yerimde duramıyorum. Ne dışarı çıkasım var ne de evde kalasım. Hayatımı sonuna kadar değiştirecek bazı önemli haberleri bekliyorum. Bilgisayar başında, aynı internet sayfasını tekrar tekrar yineliyorum. Ta ki, işte! Sonunda o, beklediğim mail geldi; hayalim gerçekleşti. Türkiye’ye gideceğim ve gelecek yıllarım, o hep hayalini kurduğum tarihin ve medeniyetin beşiği olan ülkede geçecek. Sonra, uçak biletimin olduğu mail... Uçuştan bir gün önce geldi. Yarın Türkiye’ye gidiyorum! Korktum. Evet, bu ay içinde seyahat edeceğimi biliyordum, ya da bu hafta ama yarın değil. Vedalaşmam gereken çok insan, toplanacak çok eşya… Nefes al, nefes ver! İlk defa uçağa biniyorum, çok gerginim. Daha önce çok seyahat ettim, Balkan ülkelerini karış karış gezdim ama bizim oralar bir günde birkaç ülkeyi otobüsle gezebilecek kadar ufak topraklar. Şimdiyse ayaklarım o topraklardan kesilmiş, uçsuz bucaksız semada uçuyordum. Heyecanla geçen yolcul

NEŞE- Fatma Betül AKMAZ

NEŞE Çok güzel bir çocuktun sen, Renkli kalemlerle Renksiz duvarları boyarken. Sıcak sütünü içen Güzel bir çocuktun. Bir olgunluk vardı üzerinde, Kimsede olmayan bir sahicilik. Bilmişlik denemez, lakin Hayatı bilenlerdendin. Sobanın yanında oturmuş Camdan dışarı bakarken Pişen kestanelerin kokusunu içine çeker, İçin neşeyle dolardı. Sonra büyüdün. Ve sen, Çok güzel bir çocuktun.                                       Fatma Betül AKMAZ

EVİN PORTRESİ- Leyla ARSLAN

     EVİN PORTRESİ  ... Evdeyim, burda çocukluğumun sıcak ekmek kokusu var. Sabahları erken öten kuşların, akşamları şehri kuşatan çiçek kokularının, tanıdık bütün sokakların, yol ayrımlarının ve denize bakan bütün evlerin... O evlerde geçen hatıraların izi var. Üstünden yıllar da geçse buraya gelir gelmez aradığım bir şeyi bulur gibi oluyorum. Henüz unuttuğum o taze bilgiyi hatırlamanın çabukluğuyla bir rahatlama alıyor içimi: bir huzur, belki de güven.. Kendimi güvende hissettiğim bir kuytu burası. Gölgesinde acılarımı dindirdiğim, bazen de bütün acılarımı yeniden hissettiğim bir yer... Duvarlarla sınırlı bir mekan olmaktan öte, penceresinden göğe uzanabildiğim... Denizi bütün genişliğiyle içine alabildiğim bir ova burası… Yeni biten otların üzerine uzanıp tatlı rüyalara daldığım bir ova. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin elinden tutup aynada yetişkin bir kadına dönüştüğüm o kutlu yer. Evdeyim. Annemin mutfaktaki varlığı loş bir ışık olup odama yansıyor. Zeynep göğsümde uyk